🎉 Biraz Kül Biraz Duman Nota

biraz kül biraz duman. onlardır ancak geriye kalan. ozan musa-i sudan. ertem göreç 'in yönettiği biraz kül biraz duman (1966) adını ümit yaşar oğuzcan 'ın şiirinden alır ve bu kısa ama lirik şiir münir nurettin selçuk tarafından da bestelenmiştir. safa önal 'ın birçok senaryosu gibi akıl dışılıklarla, duygusal BirKere Bakanlar Unutur Dedi Günahı, Biraz Kül Biraz Duman Musiki Notaları. Müzayede Kuralları gereği olan peyiniz artış aralığına en yakın tutar olan olarak güncellenmiştir. , no.lu lota pey verdiniz. bİraz kÜl bİraz duman .ben oyum İŞte kerem mİsalİ yanan ben oyum nİŞte. alıntı BirazKül Biraz Duman filminin özeti, yorumları, oyuncuları ve seansları hakkında bilgilere ulaşmak, film fragmanını izlemek için tıklayın! A. Filiz Yavuz’un son kitabı “Biraz Kül Biraz Duman”ı büyük bir keyifle okuduktan sonra düşüncelerimi sizinle paylaşma ihtiyacı hissettim. Öykülerden oluşan kitap, bir bilim kadını olan Ayşe Filiz Yavuz Avşar’ın dördüncü edebi eseri. Listento Biraz Kül Biraz Duman by Şükran Özer Doruk on Apple Music. Stream songs including "Biraz Kül Biraz Duman", "Dilşad Olacak Diye" and more. Her martı bir deniz, her rüya bir uyku, her dağ bir duman her nota bir şarkı bulur ama, ben başka ” sen ” bulamam. Biraz kül, biraz duman, o benim işte kerem misali yanan. O benim işte inanma gözlerine ben ben değilim, beni sevdiğin zaman. O benim işte. (Ümit Yaşar Oğuzcan) CGt8Ml. Turaç TOP-Bahri KARATAŞ/DHAOluşturulma Tarihi Haziran 15, 2008 0000Türk sanat müziğinin ünlü bestekárı, devlet sanatçısı Avni Anıl, dün İzmir’deki evinde 80 yaşında vefat etti. Ünlü sanatçı, aralarında "Biraz kül biraz duman, o benim işte", "Kader, kime şikáyet edeyim seni bilemem", "Mihrabım diyerek sana yüz vurdum", "Unutulmuş ne varsa sevgiden geri kalan" gibi şarkılarında olduğu 120’ye yakın esere imza atarak unutulmazlar arasına iki yıldır solunum yetmezliği çeken ünlü bestekar, devlet sanatçısı Avni Anıl, dün İzmir Üçkuyular Semti’ndeki evinde hayata veda etti. Ünlü bestekarın ölümüyle eşi Mine Anıl, çocukları Eser Tunal ve keman virtüözü Ezgi Anıl, gözyaşlarına töreniÖlümüyle sanat camiası ve sevenlerini üzüntüye boğan Avni Anıl için, pazartesi günü, Alsancak Hocazade Camisi’nde ikindi namazına müteakip devlet töreni düzenleneceği açıklandı. Çok sayıda sanatçı ve devlet büyüğünün katılımının beklendiği törenin ardından Anıl’ın, Balçova Mezarlığı’nda toprağa verileceği Nisan doğumlu olan Avni Anıl için bir doğum günü partisi düzenlenmek istendiği, ancak hastalığı nedeniyle 2 Temmuz’a ertelendiği de ortaya çıktı. Ünlü sanatçıların katılacağı gecede Anıl’ın şarkılarının seslendirileceği, eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in de katılması için teyit verdiği de öğrenildi. Geceye hazırlanan sanatseverler ölüm haberiyle polis, gazeteci, yayıncıAVNİ Anıl, 23 Nisan 1928’de İstanbul’da doğdu. Selimiye’deki Ondokuzuncu İlkokulu bitirdi, Paşakapısı Ortaokulu ve Haydarpaşa Lisesi’nde okudu. Askerlik sonrası Polis Enstitüsü’ne girdi. 1955’te polislikten ayrılıp gazeteciliğe başladı. Üç yıl Akşam Gazetesi’nin sanat sayfasını yönetti. 1955-1967 yılları arsında İstanbul Radyosu’nun haber servisinde çalıştı. 1967’de "Anıl Yayın Ajansı"nı kurdu, Dünya Gazetesi’nin sanat sayfasını yönetti. "Musıki ve Nota" dergisini çıkardı. Dört ciltlik "Musıki Sözlüğü" eserinde musiki tarihinin önemli hatıralarını yayımladı. 1998’de Kültür Bakanlığı’nca Devlet Sanatçısı unvanı bazılarıRüya gibi uçan yıllar, biraz durun durun biraz Dilşád olacak diye kaç yıl avuttu felek Sevmiyorum seni artık, gözlerimi geri ver Biraz kül biraz duman, o benim işte Kader kime şikáyet edeyim seni bilemem Unutamıyorum, unutamıyorum, gecem yok artık gündüzüm yok Gözlerin bir aşk bilmecesi sorar gibi Unutulmuş ne varsa sevgiden geri kalanAşk bu değil yapma güzel Ne yeşili ne siyahı gözümde hep gözleri var Mihrábım diyerek sana yüz vurdum İçimde nice uzun yılların özlemi varKaderimde hep güzeli aradım Öyle dudak büküp hor gözle bakmaBir peri masalı kulaklarına Bir göz aşinálığı var aramızda Gün be gün yaşanan o hatırayı unutup bir yana atmak olmaz kiŞarkılar söyle o sahillerdeAyrılık ümitlerin ötesinde bir şehir Bu akşam bütün meyhanelerini dolaştım İstanbul’un Akşamın olduğu yerde bekle diyorsun gelmiyorsun Gelin alayı kör, topal ilerliyor zaman. ardışık sayılar gibi duygusunun ötesinde bir susuş sergiliyor sessizlik. kızgın alevin tutuşturduğu yerlere gözleriyle su taşıyor babam. annem sırrını dışarıya veren bir ağaca küsüyor önce. sonra da acısını kuş tüyü yapan yastığa. kimselerin görüp işitmediği çift kişilik kaos dünyalarında; babamın kamburunu görmezden gelip, mutlu olmanın formüllerini arayarak hayatta dimdik durmaya çalışlarını kendi rüyama müdahale hakkımın bulunmadığı uzak bir yerden seyrediyorum. hangi toprağa gömsün bu kamburunu babam? tanrı sizi bana verse, yanağınıza iki gamze çizerdim doğmadan önce. hüzünlüyken de monalisa gibi kararsız ve çekimser arada bir gülerdiniz hiç değilse...içe dönük yadsınacak hayaller belki bunlar. ve her satırbaşının bir mezar taşına yaltaklık ettiği. oysa ayak diremeye devam ediyor gözümüzün önünde yaşını başını almış bir acı. siz gülüyordunuz. ne güzel gülüyordunuz! ’beni külotlu çoraplarımla gömün!’ diyen yazgısıyla annemin. kadınlar bonfilenin yanında servis edilen garnitürler gibi göründükçe gözünüze, daha çoook zehir akıtırız içimize biz. neyse ki arada bi bu kuş beyinciğimiz panzehir salgılıyor da, dengeyi ayakta tutmayı beceriyoruz. ayak üstü iş başında veya zımnen gece mesaisinde iken düşünceler, karanlıkta kan avına çıkmış kalleş bir sivrisineğin aklımızı kayıtsızca kemirmesine izin veriyoruz. sizi tenzih ederim ki! raf ömrü uzun bir düşüm hiç olmadı! toprağı ve çiçeği taptaze havadar bir mezara kapı komşuydum hep. mahrem yerleri olduğu gibi açıkta nasıl duruyorsa bir heykel sokağın en işlek caddesinde. pörsük derimin altında çürüyen yaralarımı; patates, soğan soyar gibi kazıdım her gün. dikiş tutmayan yaralarım elverişli zemin hazırlayıp durdu kan pulcuklarım üst üste kümelenip pıhtı oluştururken içimde bir yerde. yine böyle hazin dolu bir günde "cama vurup dağılan yağmur damlalarına", kıl dönmesine benzeyen o tarifsiz acılarımı şırıngayla çekip; son derece dikkat gerektiren bir titizlilikle kılcal damarlarıma nasıl batırıp çıkardığımı anlattım. her seferinde...ve yine...ve yeniden...ve yine yeni baştan. denizde dertsiz tasasız yüzen sıradan bir balık olmak isterdim. onlarda solungaç denen özel solunum organları bulunur. "balıkların solungaçları genellikle iki yay arasına gerilmiş saçak saçak ipliklerden ve kan damarlarından oluşan sık dişli bir tarağı andırır. bu bir çift organ hayvanın yutak boşluğuna yerleşmiş ve başın iki yanındaki solungaç kapaklarıyla dıştan gizlenmiştir. balık suyu ağzıyla alır ve solungaçlarından geçirerek dışarıya atar. solungaçlardaki kan damarları, suda çözünmüş olan oksijeni emip kandaki karbondioksiti suya verir. böylece kan bütün vücuda pompalanırken, taşıdığı oksijeni de dokulara bırakır." benim içimse bakın koyu girdaptan geçilmiyor. oksijensiz ve güneşsiz ciğerlerimde pelte pelte olmuş karbondioksiti kendi iradesi ile hareket eden aklımla astığı astık, kestiği kestik kanlı bir gezegene sürmemden anlaşılıyor zaten. dünya nüfusu ömrü hayatında bu kadar göçmen kuş görmemiştir aslına bakarsanız. bereket versin ki kan man da tutmuyor kimseyi. bunca şeye rağmen yine de doymak nedir bilmediniz sevgili canım cicimler! ne şırınga tuttu damarı, ne kan! böyle daha mutluydu sanki bu yüce vatan! sahte ve içten pazarlıklı gülüşlerinizi alıp bir de havada bayrak gibi salladınız, gün yüzü görmemiş bu acılı topraklarda gelişigüzel. ne güzel gülüyordunuz öyle tü tü tü! maşallah! Allah nazardan, kem gözden korusun sizi emi! sevinmeli miyim şimdi bilemiyorum ama milli duyguları tavan yapmış bu ara yine herkesin. siz de olmasanız halimiz nice olurdu kim bilir! bu ve buna benzer içi boşaltılmış üstünkörü duygularla; yüzümüzde saatlerce anlamından yoksun yitip giden, o donuk ve hissiz bakışlara hiç aldırmadan, münzevi yalnızlığımıza geri dönmek için sabırsızlanıp duruyorduk adeta. 50 faktörlü güneş kremini Dracula’nın bile süremeyeceği karanlık bir pazar günü gelip içimize çöreklenmeyi bekliyordu. O hep beklerdi zaten. yirmi dört saat bana mısın demezdi hiç. destursuz dalardı içeri! in cin top oynarken bile kapıda beklemeye alışkındı. beklemek güzel görünürdü o an gözüme. ağaçlar, kuşlar gitti ama bak o hãlã bekliyor!yine böyle yaprakların ağaçlarını terkettiği bir gündü. alıp götürmüştü sesimi rüzgar. anneme sol gösterip, sağ vururken de gülüyordu yine hayat. ne bilsindi? başımı hem önde hem arkada yıkadığımın. ölüm gelirse de başım gözüm üstüneydi. teslimkãrım bile asi ve kinayeliydi. et ile kemik gibiydi masumiyet ve teslimiyet. etimi, tırnağımı söküp götürürken bile lütuf gibi geliyordu kulağa bir ’nasılsın?’ sorusu. suyun aksine tortuydu ağzımda biriken. kan sayımı yapsak, kansızlıktan can verirdi çiçekler. gözlerimi kapadım karanlığa baktım sonra. açıkken bulamadığım aydınlığı sanki orda bulacakmış gibi bir yanılgıya düştüm. orda da ne gelen vardı, ne giden. kanıksayabileceğim hiçbir şey yokken dahi bekliyordum. neyi severdim? neyi isterdim? neyi özlerdim peki? bir zamanlar önem arz eden konular artık tükenmiş, yerini hissizliğe terketmişti. ezeli şüphelerimi, kaygılarımı karanlıkta boğmak istedikçe, onlar çoğalmış ama dokunmamıştı. kıyımdan, köşemden geçiyordu sesler. geçiyordu ve hiç dokunmuyordu. duvarlar konuşmuyordu ama halden anlıyordu. insan kılıklı birinin yüzüne baktığı gibi bakmıyordu en azından. bakarken insanın gözünde nü bir tablo oluşuyordu ama benim burda sözünü ettiğim öyle salya akıttıran bir resim değildi. o duvarda öyle sanıldığı gibi durmuyordu. tırnaklarıyla nemli duvara kazdığı ya da duvardan söktüğü o kadar çok hikayesi, yaşanmışlığı vardı ki o küflü duvarın bile cesareti yoktu onun çıplak bacaklarını örtmeye. kanıyordu her yerinden ama bu öyle her ay çekilen regl sancısı da değildi. fırçayı alıp gökyüzüne resmedesi geliyordu insanın...iki kadeh şarap sonrası aynada görülen, bir kirpiğin gözümün önüne cansız düştüğüydü. bir kirpik orda yalnızdı işte. kırışık bir yüzün çözülemeyecek kadar o çapraşık müttefiklerinin iç içe istif edilmiş hatlarının ortasında öyle bir sırıtıyordu ki o kirpik, pavyondaki bir orospuyu halt yemiş sanırdınız yanında! bir şeyler oldu sonra. sana...bana...bize...ve ondan sonra daha bi çekilmez oldu bu kancık dünya! ’bunu da atlatırsın!’ diyordu haritada kimliği gizli tutulan bir duvar. bu duvara da yıldırım düştü sonra. fahri yalnızlığının trajik yanına postu gibi güdülmüş apolitik gazi bir duruş eklendi. kuşların av mevsiminden dönmesini bekliyordum o sıra. tersyüz olmuş bir paradigmanın o pütürlü ve girift ağzına pazarındaki satılık gülüşleri dikiyordum. bu ölgün fakat soylu ağıtların ardından önce annem gitti sonra da babam. Bekir’in kapıda put kesilişi gibi öylece kaldım orda."bu kapı ahiret kapısı! bu köprü sırat köprüsü! bu sefer de geçersen bir daha geri dönemezsin Bekiiir!" dediği yerde linçci ve diyaloğa kapalıların arasında defterimi dürdüler sanki..."içim cız etti ne demek? tornavida yemiş gibi oldum!"her şeyi öğütüveren bu doyumsuz dünyada, kısmen ayakta tuttuklarımın yanında bitkisel hayat süren düşüncelerim de az değildi. a şehrinden b şehrine giden aracın ortalama hızıyla sürüncemede kalan umudun gelip beni götüreceği falan yoktu. biliyordum oysa! bizim çiğ süt emmiş sözde ilişkilerimiz hep teskin edilmeyi böyle arzulardı. iltihaplı bir şeyler vardı sanki içimde, sürekli kanıyordu. boğazıma kadar böyle haysiyetsiz ve ucube mikroplarla doluydum. düşünüyordum. sürekli düşünüyordum ama bu hayalperest yolculuğumda kesin bi sonuca varamıyordum. bu içinden çıkmazlık daha da acıtıyordu içimi. zifiri karanlıkta körebe oyunu oynatmayı dahi öğrettim bazı sözcüklere. düne kadar her zorluğun karşısında kolay kolay bükülmeyen aklım bugün direncimin neresinde kalmıştı peki? yanıtlarını bulamadığım, duygularımın bu dünyayla örtüşmediği o kadar çok şey vardı ki...boşluğa haykıran veya uçurumdan atlama isteğiyle yanıp tutuşan yığınla şey...elimi uzatıyordum bi türlü yetişmiyordu. sütliman gözlerimde yüzlerce dramın resitali perdeleniyordu ve kımıldamadan seyrediyordum yalnız. neticede ben de yalnız sayılırdım. papyonlu kravatlı olsun ya da sadece bi cekete razı gelsin, bazı sayıların çoğunluğu oluşturamadığı gibi, gerçeği temsil ettikleri de zannımca şüpheliydi. yalnızdım. dışarda tadilatı kesintiye uğrayınca çarpık çurpuk hemen sağa sola eğilen ve güneşin görünmediği günlerde çamurlu su birikintileriyle içinin dolup taştığı çukurların; göbeğinin orta yerine yediği sayısız topuktan çıkan o tok ses de,, küfür de yabancı gelmiyordu hiç. yalnızdık. sokakta başıboş kaderine terkedilen it gibi yalnızdık. ama korkarım ki bu da diğer olaylar gibi her oturuşta iğne gibi kıçımıza batmıyordu artık. boğazımızdaki düğümlerin ne çürük artığımızla ne de kusmuğumuzla bi alıp veremediği vardı. kendi kokuşmuş yolunu fare gibi buluyordu nasıl olsa. yine de öldüğümü söyleyemiyordum kimseye. onlar yaşadığımı sanıyordu. nasıl bir yanılgıydı bu? duvarda paslı çivisini kaybeden ve bir daha da bulamayan kara delik gibi içi boş ve yalnızdım. bu asil ve soylu yalnızlığımla beraber kendi küçük krallığımızda mutlu bile sayılırdık hani. hergün aynalarla karşılıklı ’günaydın majesteleri!’ jestinden sonra birbirimize reverans yaptığımızı bir gören olsaydı şaşırmazdı Kildan kralı Baltazar verdiği bin kişilik görkemli ziyafet sırasında karşı duvara görünmez bir elin ’günlerin sayıldı, tartıldın eksik geldin’ diye yazdığını görüyor ya işte bunun gibi duvara bir takım şeyler yazıyorum ben de. oysa arkamı dönüp baktığımda duvarı da karanlığa boğup hapishaneye çevirdiğimi görüyorum. Oblomov’un Ştoltz’a söylediği şu anlamlı cümleler gibi "Biraz önce yüzümün tazeliğini yitirdiğini, pörsüdüğünü söyledin. Evet, ben aşınmış, eski püskü bir kaftanım. Fakat yıpranmam iklimden ya da sıkı çalışma, ağır iş yüzünden değil, dışarıya bir çıkış yolu arayan ışığın on iki yıl içimde kapalı kalması yüzünden! Özgürlüğüne kavuşamayan ışık, yalnızca kendi hapishanesini ışıtabildi ve söndü. İşte, on iki yıl bu şekilde geçip gitti sevgili Andrey! Bu uykudan uyanmayı, silkinip canlanmayı artık canım istemedi."boşlukta artık ne bir gölge arıyordum ne de kör bir nokta. ilginçtir ki o boşluğun yanımda olması da ayrı bir güç veriyordu bana. nasıl ki kalabalığa karışınca işkence ve günahlar pornosu başlıyordu. tanrı’m! diyordum insanlar bu kadar kör olamaz! bu kadar vandal ve bağnaz...bu kadar yavan...her sözüyle masturbasyon çeken bu sığlık ne zaman ara her yeri işgal etti?..işte odur budur hergün o boşluğa masum bir dilek bağlıyorum tanrılar ve melekler! yüzünüzü gösterin ve aşağı inin! asıl olaylar, kıyametler bakın burda kopuyor....şeytanın bacağını bu sefer kıracağım diyordum ama her seferinde lime lime oluyordum. artık ağrı kesici kullanmam gerekmiyordu. her acımı susturacak, unutturacak doğal enzimleri damarlarım kendi kendine salgılıyordu. dolayısıyla havva kızı ayaklarıyla değil de daha çok kütük gibi dolaşıyordum aranızda. bıçak gibi kesmiyordu bakışlarınız ve acıtmıyordu hiç. ölmeyi becerebilseydim yüksek bir dağın eteğinden bırakırdım kendimi. o da bana uzak olduğu için değil, sırf sesimin yankısını duymak için. sırf karnımı deşecek ağrıya saplanmak için. en son bi trenle çarpışmıştım, hãlã raylarını, vagonlarını toplayıp bulamadı kendini. neticede duvarı klişe beton gibi görüp bakarsan çivilerini de kendin sökersin, yok eğer yüreğinin atar damarı gibi bakarsan İsa gibi gerilirsin çarmıha. ben de öküzün trene baktığı gibi bakmış olacağım ki, yamulan ben değil, o oldu...ama seni saksıdaki sardunyalara hep sordum. nazik ve çıtkırıldım orkidelere ve begonyalara. yokluğunda her gün gelincik tarlasındaki bir gelinciğin o ince kırılgan boynu düşüyordu elime. bir elim sende dedim al yüreğimi sar yarana. sonra bonsai çiçeğimin dökülen yapraklarını yerden topladım. ’ama sen anlatmazsan bilemem ki derdini, neden böyle çırılçıplak kaldın? neden üşüyorsun güzelim söyle bana’ dediğimde belki benle konuşur diye çocukça beklentilerim oldu, olmadı değil. insanı boşver daha çok bir çiçekle konuşmuş olmak gözümde daha anlamlı göründü o an ve ziyadesiyle mutlu etti beni...seni bugün de, yarın da, öbür gün de, sulamayı unuttuğun o güzelimsardunyalarına, begonyalarına soracağım. bir elim sendeyse, bir elim de onlarda...kundura çivisinden farksız gözlerimi şu puslu ve karanlık göğe iki çift minyatür delik sanıp astığım için beni bağışla! Bu yazımızın içeriğinde neler okuyacaksınız Duman İle İlgili Sözler, Dumanla İlgili Sözler, Dumanlı Sözler, Dumanla İlgili Kısa Sözler, Duman Hakkında Sözler, Duman İle İlgili Söylenmiş Sözler, Duman Sözleri Kısa, Resimli Duman Sözleri Dumanla İlgili Sözler Ya tozu dumana katarsın, ya da tozu dumanı yutarsın. Aldous Huxley Bütün dumanların altında ateş vardır. Franz Kafka Her martı bir deniz, her rüya bir uyku, her dağ bir duman her nota bir şarkı bulur ama, ben başka ” sen ” bulamam. Biraz kül, biraz duman, o benim işte kerem misali yanan. O benim işte inanma gözlerine ben ben değilim, beni sevdiğin zaman. O benim işte. Ümit Yaşar Oğuzcan Sen sigara dumanın altında yana yana en sonunda kül oldun. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Atasözü Dumanımda o yoktu sigarayı bıraktım kadehimde o yoktu içkiyi bıraktım rüyalarımda o yoktu uyumayı bıraktım baktım ki onsuz olmuyor yaşamayı bıraktım. Esrarlı tohumun toprağa karıştığında hasretin gözyaşlarımla buluştuğunda bu sigaradan her duman aldığımda inan ki; aklımdasın. Dağ başından duman eksik olmaz. Atasözü Ah benim sevdasında bencil; ama yüreğinde sağlam sevdiğim. Aklıma gelişini seveyim ne güzel darma duman ediyorsun beni. Nazım Hikmet Hasretin başımda duman, bir gerçek sen varsın gerisi yalan, hasretin kucağında adını sayıklarım ben sadece seninle yaşarım bebeğim. Sigaramın dumanını yakala bu sana çok bile gelir. Baca eğri de olsa, dumanı doğru çıkar. Duman ile ilgili Atasözleri Ateş gizlidir, zevki meydanda. Dumanı sonunda meydana çıkar. Hz. Adem Karşılıksız aşk bir güzelin gözlerinde dumansız yanmakmış. Dağ dumansız insan hatasız olmaz. Atasözü Ne kadar duman o kadar randuman. Hiç bir kadına yalnızlık yakışmaz, ama eğer bir kadın yalnızsa, ya yüreğinde dumanı tüten bir ayrılığı, ya da canından çok sevdiklerine ömrünü adadığı bir fedakârlığı vardır. Kırılan sigara bile duman vermiyorsa, kırılan kalptende sevgi bekleme. Duman duman aşkın yanar içimde, ateşte sen külde sensin bir tanem. Senin gözlerinde buldum sevdayı, goncada sen gülde sensin bir tanem. Uyku yorgansız kahve dumansız olmaz. Dumansız kahve imansız Türk’e benzer. Karanlık dağılır. Duman dağılır. İnsan dağılır. Her şey dağılır. Hiçbir şeyi elinde tutamazsın. Aşk biter. İnsanlar gider. Sadece o an yapmak istediklerimizi yapmalıyız. Yarın ne olacağını umursamadan. Büşra Yılmaz Sigara böyle zamanlar için var; bir hayale duman katmak için. Tarık Tufan Denizin sonunda mavi bir duman gibi gözümde tütüyorsun. Nazım Hikmet Ran Ah benim sevdasında bencil; ama yüreğinde sağlam sevdiğim. Aklıma gelişini seveyim ne güzel darma duman ediyorsun beni. Nazım Hikmet Ran Duman oldum ama hiç kimsenin gözünü yakmıyorum zararım sadece kendime. "...sonunda tuz bastım gönül yarama, nice dağlar koydun, nice, arama seni terkedip de gitmek var ama, ah bu şarkıların gözü kör olsun..." Bir arkadaşın evinde ya da bir meyhanede, artık alkolün ruhumu keder havuzuna sokmaya başladığı anlarda, rastgelip de dinlediğim bu şarkının bestekarının Avni Anıl olduğunu bilmiyordum. Ölünce öğrendim... Hadi bir "Türk Sanat Müziği cahilisin" dedim kendime... Durmadım, devam ettim "Yeri gelince kederinle bu kadar kusursuz buluşan şarkılar kimindir, hiç mi merak etmedin?" diye... Etmemişim. Pişmanım. Karşılıksız bir aşk kuyusuna düşmüşsek eğer bir zaman, ya da öyle olduğunu sanmışsak, "Seni terkedip de gitmek var ama, ah bu şarkıların gözü kör olsun"dan daha iyi hangi cümle ruhumuzu kapaklayabilir zarifçe? Kahır ve aşk analizi Bana öyle geliyor ki aşkla ve aşk acısıyla tatlı tatlı kavga eden şarkıların bestecisi Avni Anıl bir dünyada olma hastalığı olarak aşkın kaynağı, karşılığı ve anlamını tıpkı Jacques Lacan, Freud ya da Jean Baudrillard gibi, aşk marazını ortaya çıkaran "eksiklilik" ya da "çatışmayı" merkeze alarak çözümlüyor... İşin zor ve tuhaf yanı da Anıl'ın bunu müzik cümleleriyle yapıyor olması. Şarkıların "güftesi" ve "bestesi" ortaya bir "kahırlı aşk analizi" çıkarıyor ki, kaçmak mümkün değil... "Öyle dudak büküp..." Baksanıza güftesi Şahin Çandır'ın olan şarkıya, anımsayın, mırıldanın içinizden... "Öyle dudak büküp hor gözle bakma, bırak, küçük dağlar yerinde dursun, çoktan unuturdum ben seni, çoktan, ah bu şarkıların gözü kör olsun, güzelsen güzelsin, yok mu benzerin? goncadır ilk hali bütün güllerin aklımda kalmazdı yüzün, ellerin, ah bu şarkıların gözü kör olsun bir gülüşün var ki, kaş çatar gibi, en sıcak sözlerin azarlar gibi hiç bağlanır mıydım çocuklar gibi, ah bu şarkıların gözü kör olsun sonunda tuz bastım gönül yarama, nice dağlar koydun, nice, arama, seni terkedip de gitmek var ama, ah bu şarkıların gözü kör olsun." Peki ya "Bu akşam bütün meyhanelerini dolaştım İstanbul'un?" "Seni aradım kadehlerdeki dudak izlerinde canım doya doya sarhoş olmak istiyordu seni aradım kadehlerdeki dudak izlerinde..." Şiir Turhan Oğuzbaş Mırıldanmaya yeltenmeden duramıyorum ama tabii beceremiyorum da.... "Biraz kül, biraz duman, o benim işte" "Biraz kül, biraz duman, o benim işte beni sevdiğin zaman o benim işte inanma gözlerine ben ben değilim beni sevdiğin zaman o benim işte" Şiir Ümit Yaşar Oğuzcan "Mahzun ıslak gözlerin" "Unutamıyorum gecem yok artık gündüzüm yok bir sen varsın senin saçların var mahzun ıslak gözlerin var güneş seninle doğuyor her gün her yerde seni arıyorum bırakma ellerimi bırakma unutamıyorum Güfte Tekin Gönenç "En mahcûb yüzlerimi geri ver" "Sevmiyorum seni artık, gözlerimi geri ver Yalanmış yeminlerin hep, sözlerimi geri ver İsyanı tanımazdım ben, seni sevmeden önce O en mahzûn, o en mahcûb yüzlerimi geri ver" Güfte İlham Behlül Pektaş Böyle tatlı, mağrur bir alınganlık ifadesine, öyle mağrur bir besteyle yaşam veren Avni Anıl'ın ölmesine, bunca zamandır dinleyip de içimi burktuğum şarkıların onun olduğunu bilmememe çok üzüldüm. Ne kadar üzüldüm, anlatamam... Bu gece sevdiğim ve kimin olduğunu bilmediğim şarkıları dinleyeceğim, onları yazanlar ve besteleyenler kimler, öğreneceğim... Avni Anıl İstanbul’da 23 Nisan 1928'de doğdu. Selimiye’deki Ondokuzuncu İlkokulu bitirdi, Paşakapısı Ortaokulu ve Haydarpaşa Lisesinde okudu, askerlik sonrası Polis Enstitü'ne girdi. 1955'te polislikten ayrıldı ve gazeteciliğe başladı, Akşam gazetesinin sanat sayfasını üç yıl yönetti. İstanbul Radyosu'nun haber servisinde 1955-1967 yılları arasında çalıştı. 1967'de "Anıl Yayın Ajansı"nı kurdu, Dünya gazetesinin sanat sayfasını yönetti. "Musiki ve Nota" adlı dergiyi çıkardı. "Musiki Sözlüğü" adı altında dört ciltlik eserinde müzik tarihi için önemli hatıralar yayımladı. 14 Haziran'da 2008'de solunum yetmezliğinden öldü. NZ/EZÖ Biraz Kül Biraz Duman O Benim İşte Şarkı Notası ve Sözleri 28 Mayıs 2017 Müzik, Nota, Nota ve Şarkı Sözü 0 Repertuar No 1782 Besteci Avni Anıl Söz Yazarı Ü. Yaşar Oğuzcan Makam Nihavend Usül Düyek / Semai PDF’yi Görüntüle Biraz Kül Biraz Duman O Benim İşte Kerem Misali Yanan O Benim İşte İnanma Gözlerine Ben Ben Değilim Beni Sevdiğin Zaman O Benim İşte … İlginizi Çekebilir! Nota ve Şarkı Sözü Makama Göre Repertuarı Forma Göre Saz Eserleri Nihavend Makamı Şarkı Notaları ilk yorumu siz yazın

biraz kül biraz duman nota