🦒 Baba Ve 3 Oğul Hikayesi

Baba oğul, yüce devlet hikâyesi - Şebnem Sönmez İstanbul'un Ümraniye'sinde üç çocuklu bir aile varmış. Baba pazarcılık yaparak hem ailesini geçindirmeye çalışır hem de İkiside birbirini affetti. Tekrardan baba – oğul oldular. Oğlu son günlerinde hep yanında oldu. Vefatından bir hafta önce emekli maaşı almaya hak kazanmıştı. Yürümekte zorlandığı için oğlu Tansu’yu bankaya gönderdi, maaşı çekmesi için. Fakat maaşın Tanju Okan’a bizzat teslim edilmesi gerektiğini söylediler. Ordunun Ünye ilçesinde yaşayan baba ve oğul denizde boğulma tehlikesi yaşayan 3 çocuk ile bir kadının nefes borusuna kaçan yiyeceği Heimlich hareketiyle Babaüç çocuğu, oğlu bir kadının hayatını kurtardı. Ordu’nun Ünye ilçesinde yaşayan baba ve oğul denizde boğulma tehlikesi yaşayan 3 çocuk ile bir kadının nefes borusuna DeğirmenciOğlu ve Eşek. Değirmenci oğlu ve eşek masalı özetine bakılacak olursak Eşeğini satmak için değirmene giden Değirmenci oğlu ve eşek’ in başından geçenleri konu edinen oldukça popüler bir binbir gece masalı. İyi okumalar. Evvel zaman içinde uzak diyarlarda güzel mi güzel olan bir köyde oğluyla birlikte BABAve OĞLU (Vater und Sohn) Vater und Sohn ya da Türkçesiyle Baba ve Oğlu, çalışmalarında E.O.Plauen takma adını kullanan Alman çizer Erich Ohser tarafından 1934 yılında yaratılmıştır.Ohser, bu başlığın çizimlerini gerçekleştirirken bir dönem için Erich Kâstner'den senaryolar için yardım almıştı. Erich Kastner'in Berlin'deki sanat çevrelerine tanıtımını TarlaKuşu - Ergenlikle Harmanlanmış Bir Suç Öyküsü (Çeviren: Emre Yavuz / Karakarga Yayınları) adlı çizgi roman hikâyesini bir baba-oğulun çetrefilli ve kırılgan ilişkisi üzerine kuruyor. Oscar ödüllü oyuncu ve senarist Ethan Hawke’ın msMIpfz. Kapitalizmin çarkına su taşımak için icat edilmiş olan babalar gününe inat, Kur'an ikliminde 5 baba ve 5 oğulun hikâyesi Hayat Âdem babamız ve Havvâ anamızla başladı… Ve Allah bu ikisinden bütün insanlığı var etti. Kur’an bize peygamberlerin hayatlarında tebliğ mücadeleleri yanında “baba” ve “oğul” davranışlarına ilişkin asırlara mâl olmuş rol modellerden de söz eder. “Bunlarda aklını kullananlar için dersler / ibretler vardır.” 1. Nuh aleyhisselam… Dokuz yüz elli yıl kavmini davet etti… Çalıştı, çabaladı… Açık söyledi olmadı, gizli anlattı olmadı… Sonunda tufan günü geldi çattı… Kendi oğlu bile ona inanmamıştı… Oğul "Nûh" dedi ama “peygamber” demedi, Nuh’un gemisine binmedi… “Ben kendimi korurum! Sen işine bak!” dedi. Uyarılara kulak asmadı. Boğulanlardan oldu… Sadece bu dünyasını değil ahretini de kaybetti…Nuh, Rabbine yalvarınca “o senin âilenden değil, onun yaptığı sâlih olmayan bir iş, seni cahillerden olmaman konusunda uyarırım!” [Hûd, 11/46] diye uyarıldı… Öyleyse ders 1 Baban peygamber bile olsa onun yolundan gitmedikçe baban seni kurtaramaz. Aynı âileden olmanın ölçüsü kan bağı değil din bağıdır. 2. İbrahim aleyhisselam… Evlat hasretiyle yandı kavruldu… Gün oldu Allah ona bir erkek çocuk nasip etti… Ama, sevgisini sadece Hakk’a hâs kılması için bir imtihana tabi tutuldu… Daha önce ateşle ve canıyla sınanan İbrahim bu sefer can pâresiyle, oğluyla sınandı… “Ey oğlum! Rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Sen bu işe ne dersin?” dediğinde oğlu “Babacağım sana emredileni yap! Beni inşallah sabırlı bulacaksın!” dedi… Her ikisi de imtihanı kazandı… Hem bu dünya da hem de ukbâda kazandılar… Ders 2 Peygamberin emrine itaat görünüşte ölüm bile olsa sonu hayır getirir. 3. Âzer... Hz. İbrahim'in babası.... İbrahim’in babası Âzer de babaydı ama sadece biyolojik baba… İbrahim babasına “ey babacağım! Gel beni dinle, gittiğin yol yol değil” diye ne kadar uyarıda bulunduysa da dinletemedi… Oğlunun hakkı haykıran sözlerini değil kavminin bâtılı fışkıran işlerini kendine yol edindi… Hem bu dünyada hem de âhirette kaybedenlerden oldu… İbrahim’in babası için tövbe ve istiğfarda bulunması bile yasak oldu… Ders 3 Zâlimden âlim doğabilir, soya çekmek mutlak bir kural değildir. Kâfir olarak ölen yakın için istiğfarda bulunulmaz. 4. Yakub aleyhisselam… Evlatlarının kumpasıyla en sevdiği evladından ayrı düştü… Ağlamaktan gözlerine ak indi… Hüznünü, gam ve kederini Allah’tan başkasına açmadı… Ümidini kesmedi, Rabbe isyan etmedi… Kaderin çarkı döndü, Yusuf Mısır’a yönetici oldu… Ne babasını, ne kardeşlerini unuttu… Onların derdiyle dertlendi… Babasının ak inen gözlerini aydın kıldı… Ders 4 Kim Allah’a karşı gelmekten sakınır ve sabrederse Allah iyi davranışta bulunanların bu iyiliğini asla zayi etmez… İyiler mutlaka kazanır! 5. Lokman aleyhisselam.... Peygamber olup olmadığını net olarak bilmediğimiz Lokman aleyhisselam… Oğluna en güzel öğütleri verdi… Hikmeti öğretti… “Oğulcuğum!” diye başlayan şefkat dolu öğütleriyle ona yol gösterdi… Şirki de anlattı, tevhidi de… Yolda nasıl yürüyeceğini de, sesini nasıl ayarlayacağını da… Ders 5 Her baba, çocuğunu yakıtı insanlar ve ateş olan cehennemden kurtarmak için çalışmalı, ona sözleriyle nasihat ederken davranışlarıyla da güzel örnek olmalıdır. Babalar ve oğullar için analar ve kızlar da buna dahildir Kur’an’ın nurlu ikliminden alınacak nice dersler var… Rabbim Kur’an’ı hakkıyla okuyan ve gereğiyle amel edenlerden eylesin. Ana-babası hayatta olanlara uzun ömürler ihsan eylesin, vefat etmiş olanlara rahmet eylesin. Soner Duman /Hayata Bir de Böyle Bak adlı kitabımdan Bilimkurgu, bazen “en büyük sırlar”ın keşfi üzerine kurulu bir türdür... “Kurgu”, böyle filmlerde “bilim”in bittiği yerde başlar ve hayal gücüyle sınırların ötesine geçer... Tıpkı “2001 A Space Odyssey” 1968 gibi... Filmin yönetmeni Stanley Kubrick, Ay'ı ve uzayı keşfetme hedefinin heyecan verici olduğu bir dönemde, insanlığın evrenin ve uzayın sonunda ne bulacağı sorusuna yanıt aramıştı... O meşhur final sekansında ne demek istediği bugün bile hâlâ tartışılıyor. Kimsenin son noktayı koyamayacağı bir tartışma bu... Önemli olan, Kubrick'in sözlerle değil, imgelerle düşünmeye çalışması ve “her şeyin sonunda yine kendimizi bulacağımızı” söylemesi gibi gelir bana... “2001”den bu yana bilimkurgu sinemasında “büyük sır”ların peşine düşen, düşünsel yanı ağır basan bir “damar” hep olageldi...“Yıldızlara Doğru” Ad Astra o damardan beslenen bir film... Ama en baştan söylemekte yarar var. Uzayın, evrenin sırları sadece bir vaat... Film, asıl olarak “burnumuzun ucunda” duran ve uzaklara baktığımız için göremediğimiz meselelerle ilgili... İşte tam da bu nedenle “Yıldızlara Doğru”, “2001”den ziyade “Contact” 1997 ve “Interstellar”la 2014 akraba... “Contact”ta hedef, dünya dışı zeki varlıklarla yaşanacak ilk teması kurmaktı... “Interstellar” ise yeni gezegenler bulma umuduyla ilgiliydi... Ama her ikisinin finalinde de “hedef”ten sapıyor ve bir şekilde “baba – kız” buluşmalarına tanık oluyorduk. “Yıldızlara Doğru” da bir arayışın filmi... Babasını arayan bir astronotun öyküsünü seyrediyoruz ve finalde “dış uzay”ın keşfi, “iç uzay”ın keşfine dönüşüyor... İç uzaylarda olup bitenler açısından beni heyecanlandırdığını söylemem zor. Ama dış uzayın keşfi konusunda yabana atılacak bir film “The Lost City of Z” ile karşımıza gelen ve daha önce bilimkurgu türünde film çekmeyen yönetmen James Gray'in, Ethan Gross ile yazdığı senaryo, gelecekbilimcilerin önümüzdeki 100 yıl için öngördüğü sınırların ötesine geçmemeye gayret ediyor. Galaksiler arasında ışık hızında yolculuk yapan uzay gemileri yok... Mars'a ve ötesine gidiliyor ama insanlı yolculuk itibarıyla Güneş Sistemi'nin sınırları henüz geçilmemiş durumda. Roy McBride'ın Brad Pitt uzun yolculuğu boyunca tanık olduklarını düşündüğümüzde, zaten babası Clifford McBride Tommy Lee Jones dışında “sınırların ötesini” düşünen, bilim ve keşfetme aşkıyla yanıp tutuşan çok fazla kişi olmadığını da görüyoruz. Spacecom gibi kuruluşların öncelikli hedefi, gezegenlere sahip çıkmak, yeraltı kaynaklarına ulaşmak... Sömürgecilik çağını hatırlatan bir dönemdeyiz. Zengin ve güçlü ülkeler, atmosferin ötesinde ulaşabildikleri her yeri egemenlikleri altına almak derdindeler... Ay, artık Yeryüzü'nden tarifeli uçuşla gidebildiğiniz bir yer... İndiğinizde kendinizi büyük bir havalimanında gibi hissediyorsunuz. Oradan çıktığınızda ise süper güçlerin çatışmanın eşiğinde olduğu, korsanların cirit attığı güvensiz bir yerdesiniz...“Yıldızlara Doğru”da uzay, huzursuz, karışık ve gergin bir yer... Ay'dan Mars'a giderken yardım çağrısı aldıkları uzay gemisi sahnesini unutmamak gerek. Dış uzay, uygarlığın bittiği, şiddet ve ölümün kol gezdiği bir yer. Mars'a gidilmiş, orada büyük yeraltı istasyonları inşa edilmiş. Ama gezegenler arası yolculuk hâlâ ucuz değil. Mesafe ciddi bir sorun. Mars'ta doğup Yeryüzü'nü hiç görmeyen insanlar var... Mars yeraltı istasyonlarındaki o kasvet, “dinlenme odaları”nda doruğa çıkıyor. İnsanlar doğa görüntüleriyle rahatlamaya çalışıyor. Bizim gördüğümüz ise dört duvar arasında yaşanan klostrofobik bir deneyim.. Orasının bir kömür madeninden, enerji santralinden farkı yok aslında... Dünya dışı zeki varlıklar bulma hedefinin, Güneş Sistemi'ndeki gezegenleri sahiplenmek için sadece romantik bir gerekçe olduğunu anlıyorsunuz. Roy McBride'ın bağlı olduğu Spacecom, kâr amaçlı, güvenilir olmaktan çok uzak bir kurum... Roy'un babası Clifford McBride'ın kurumun ikiyüzlülüğüne isyan ettiğini düşünmek mümkün. Öte yandan, yaptığı seçimler itibarıyla aklın sınırlarını geçmiş durumda. Bilim aşkı, kibre dönüşmüş. İnsanlığa karşı duyduğu nefret, kendisini yiyip bitirmiş durumda... Peki, ya oğlu?O, tam da filmin ilk sahnesindeki gibi Yeryüzü ile dış uzay arasında bir yerde duruyor. Dünyadan dış uzaya uzanan kule gibi bir merdivende... Aklında hep uzay var. Yeryüzü'yle güçlü hiçbir bağı yok. Ailesiz, çocuksuz biri. Film boyunca aklından geçen güçlü bir ev imajı yok mesela... Sadece bir kadın var... James Gray'ın Rönesans resimlerindeki uhrevi imgeleri çağrıştırır şekilde görüntülediği, Liv Tyler'ın canlandırdığı bir kadın bu... Adı Eve, yani Havva. Belli ki, Roy için Yeryüzü'nü, toprağa kök salmayı, aile kurmayı çağrıştırıyor. Bir tür Ana Tanrıça gibi, Roy'un o büyük macerasını bitirip gelmesini bekliyor.. Mitolojik hikâyelerde olduğu gibi, Roy Tanrı'ların yanına çıkacak, bilgiye ulaşacak ve sonra geriye dönecek... Roy'un babayla olan meselesini halletmeden Yeryüzü'ne dönmesi mümkün değil. O yüzden babayla olan bağı her şeyden daha güçlü... Filmin başında Roy'un metal bir halatla yukarıya; yani uzaya bağlı olması, bana tesadüfi bir seçim gibi gelmedi. Çünkü finalde de oğul ile baba arasında benzer bir “bağ”lılık var... Roy'un o bağı koparmadan Yeryüzü'ne dönmesi, kök salması mümkün değil...Roy'un uzayda ya da yerçekimsiz boşluklarda bir yerlere tutunmaya çalışarak düşmesi, salınması ya da hareket etmesi film boyunca sıkça tekrarlanan bir imge... Özellikle finalde uzay boşluğunda Neptün'ün halkalarında verdiği yaşam mücadelesi, bir yerlere tutunmaya çalışması hayli anlamlı bir ayrıntı... Roy'un bütün derdi, sağlam “bir yer”e tutunmak değil mi aslında? Filmin Yeryüzü'ne düşüşle başlayıp yine aynı şekilde bitmesi tesadüf değil. Baba, dünyadan ve insanlıktan kaçmış, huzuru uzayda bulmuş biri. “Yukarıda” tanrılara özgü bir yalnızlığı tercih etmiş. Filmin son bölümünde Roy da benzer bir tercihle karşı karşıya kalıyor. Ama Roy için önemli olanın kendi içindeki “kayıp baba”yı bulmak ve ruhundaki eksik parçayı doldurmak olduğunu anlıyoruz... Freudiyen okumalara fazlasıyla açık bir film “Yıldızlara Doğru”. Ama fazla derine dalmadan, yüzeyinde dolaşırken gördüklerimiz sanki daha önemli. Mesela, babanın insanlığı küçük gören kibrinin vardığı nokta önemli... Orası çok tehlikeli bir yer. Baba, hiç kimsenin ulaşmadığı çok değerli bilgilere ulaşırken Yeryüzü'nün felaketine yol açabilecek bir dengesizliğe neden oluyor. Çünkü sevgisizlik, insansızlık beraberinde kötülüğü getiriyor. Spacecom faydacı yaklaşımı; baba McBride ise hümanizmden kopuk bilimi temsil ediyor... Roy McBride ise tüm bu kaos içinde doğru olana tutunmaya çalışan iyi kalpli, cesur bir kahraman... Kuşkusuz, başka türlü de okunabilir “Yıldızlara Doğru”... James Gray, farklı okumalara, çağrışımlara açık bir filme imza atmış. Kendi adıma, açılış sahnesindeki kule – merdivenden başlayarak Gray'in Ay'ı, uzayı, uzay yolculuğunu anlatışını ve özellikle yakın gelecekteki huzursuzluğu ele alış biçimini sevdim. O huzursuzluk, bugünün dünyasıyla ilgili hiç kuşkusuz... Hoyte Van Hoytema'nın görüntü çalışması harika. Max Richter'in elektronik müzik çalışmasının filme çok şey kattığını da düşünüyorum. Özellikle benim kuşağım için uzay, biraz da elektronik müziktir... Richter, 1970'lerden beri süren bu geleneği bozmadan, onu daha da geliştirmiş... Brad Pitt'in de gerçek bir yıldız ve oyuncu olarak üstüne düşeni fazlasıyla yaptığını düşünüyorum... Ne var ki, “Yıldızlara Doğru”nun duygusal olarak bana dokunduğunu, etkilediğini söyleyemem. Baştan sona hiç sıkılmadan ilgiyle izledim ama bende derin izler bırakan bilimkurgu filmlerinden biri olmayacağı kesin. Bunun en önemli nedeni, filmin “son sözü”nden çok da etkilenmemiş olmam galiba... Sonunda her şeyin bir klişe bir kahramanlık hikâyesine bağlanması da her şeyi hafifletiyor. Yine de özellikle bilimkurgu sevenlere öneririm... 6,5/10 Baba ve Oğlunun HikayesiHikaye Oku; 70′ine merdiven dayamış yaşlı baba ile onu ziyarete gelen 40’lı yaşlarda ve saygın bir işi olan oğlu salonda oturuyorlardı. Hal-hatırdan, çoluk-çocuktan, havadan-sudan sohbet ettikten sonra oğlu susmuş, ayrılmanın sinyalini vermişti. O anda üzerinde oturdukları sedirin yanındaki pencerenin pervazına bir karga baba kargaya gülümserek biraz baktıktan sonra oğluna sordu Bu ne oğlum?’Oğlu şaşkın, cevapladı o bir karga baba.’Yaşlı baba kargaya biraz daha baktıktan sonra yine sordu Bu ne oğlum?’Oğlu daha da şaşkın, yine cevapladı Baba, o bir kargaKarga hâlâ pervazda, komik hareketlerle başını sağa sola çeviriyor, başını yan yatırıyor, havaya bakıyor, sonra başını yine onlara çeviriyordu. Yaşlı baba üçüncü defa sordu Bu ne?’Oğlunun şaşkınlığı sabırsızlığa dönmüştü O bir karga baba, üç oldu soruyorsun. Beni işitmiyor musun?’Yaşlı baba dördüncü defa da sorunca oğlunun sabrı taştı ve sesini yükseltti Baba bunu neden yapıyorsun? Tam dört defadır onun ne olduğunu soruyorsun, sana cevap veriyorum ve sen hâlâ sormaya devam ediyorsun. Sabrımı mı deniyorsun?’Babası -yüzünde hâlâ bir gülümseme- yerinden kalktı, içeri odaya gitti ve elinde bir defterle döndü. Bu bir hâtıra defteriydi. Oturdu, sayfalarını karıştırdı ve aradığını buldu. Sevgiyle gülümsemeye devam ederek sayfası açık bir vaziyette defteri oğluna uzattı ve o sayfayı okumasını söyledi.Bugün 3 yaşındaki minik yavrumla salondaki sedirde otururken yanıbaşımızdaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Oğlum tam 23 defa onun ne olduğunu sordu. 23 soruşunda da ona sevgiyle sarılarak, onun bir karga olduğunu söyledim. Rahatsız olmak mı? Hayır! Onun sorusunu masumca tekrar edişi içimi sevgiyle doldurdu.’ Okunma Sayısı 332 80'ine merdiven dayamış yaşlı baba ile onu ziyarete gelen -45 yaşındave saygın bir işi olan- oğlu salonda çoluk-çocuktan, havadan-sudan sohbet ettikten sonra oğlususmuş, ayrılmanın sinyalini anda üzerinde oturdukları sedirin yanındaki pencerenin pervazına birkarga baba kargaya gülümseyerek biraz baktıktan sonra oğluna sordu- Bu ne oğlum?Oğlu şaşkın, cevapladı- O bir karga baba kargaya biraz daha baktıktan sonra yine sordu- Bu ne oğlum?Oğlu daha da şaşkın, yine cevapladı- Baba, o bir hâlâ pervazda, komik hareketlerle başını sağa sola çeviriyor,başını yan yatırıyor, havaya bakıyor, sonra başını yine onlaraçeviriyordu. Yaşlı baba üçüncü defa sordu- Bu ne?Oğlunun şaşkınlığı sabırsızlığa dönmüştü- O bir karga baba, üç oldu soruyorsun. Beni işitmiyor musun?!Yaşlı baba dördüncü defa da sorunca oğlunun sabrı taştı ve sesini yükseltti- Baba bunu neden yapıyorsun?Tam dört defadır onun ne olduğunu soruyorsun, sana cevap veriyorum vesen hâlâ sormaya devam ediyorsun. Sabrımı mı deniyorsun?!Babası -yüzünde hâlâ bir gülümseme- yerinden kalktı, içeri odaya gittive elinde bir defterle döndü. Bu bir hâtıra defteriydi. Oturdu,sayfalarını karıştırdı ve aradığını buldu. Sevgiyle gülümseye devamederek sayfası açık bir vaziyette defteri oğluna uzattı ve o sayfayıokumasını söyledi'Bugün 3 yaşındaki minik yavrumla salondaki sedirde otururkenyanıbaşımızdaki pencerenin pervazına bir karga kondu. Oğlum tam 23defa onun ne olduğunu sordu. 23 soruşunda da ona sevgiyle sarılarak,onun bir karga olduğunu söyledim. Rahatsız olmak mı? Hayır! Onunsorusunu masumca tekrar edişi içimi sevgiyle doldurdu...' Adam, bütün hafta işte çok yorulmuş, hafta sonu iyice dinlenirim diye düşünüyordu. Pazar sabahı kalktığında, eşi güzel bir kahvaltı hazırlamıştı. Gazetesini aldı, keyif içinde bütün gün dinlenip evde oturacağını düşünürken oğlu koşarak geldi – Baba, sinemaya ne zaman gideceğiz?Baba, oğluna sinemaya götüreceğine daha önce söz vermişti ama tamamen unutmuştu. Dışarıya çıkmak istemediğinden nasıl bir bahane uydursam diye düşündü. Sonra gazetedeki dünya haritası gözüne ilişti. Dünya haritasını küçük parçalara ayırıp, yapboz haline getirdi. Oğluna dedi ki – Bu haritayı eski haline getir, ondan sonra seni sinemaya götüreceğim. Nasılsa, en iyi coğrafya öğretmenini bile bu haritayı akşama kadar düzeltemez. Akşama kadar rahatım diye düşündü ki on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi – Baba haritayı düzelttim hadi artık sinemaya gidelim. Adam önce inanamadı ve haritayı göster bakalım dedi. Hayretler içindeydi ve bunu nasıl yaptığını, sordu. Oğlu – Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı. İNSANI DÜZELTTİĞİM DE DÜNYA KENDİLİĞİNDEN DÜZELDİ…

baba ve 3 oğul hikayesi